Bölme 6: Çeri Tomatez

Uyandığımda yapmış olmam gereken hazırlıkların hiçbirini yapamamıştım. Sert bir yüzeyin üzerinde olduğumu sırtımdaki kanat kemiklerimde hissedebiliyordum, üstelik çırılçıplaktım. Neyse ki vücudumla barışıktım. Gözlerimi tamamen açana kadar durumun ne kadar korkunç olduğunu anlamıştım. Bileklerim bağlıydı, hala yemek odasındaydım, dünürümün iyi olup olmadığını merak etmemiştim daha... Benim suçum değildi, belki bazı arkadaşlarım bu umursamazlığım yüzünden beni kınayacaklardı ama kendi durumun vahameti dünürümü bir süreliğine unutturmuştu. Hem daha yeni kalkmıştım, nolur kızmayın.

Sapık bir katilin tezgahına bağlı olan insanların yaşadığı en yoğun duygunun dehşet veya korku olduğunu düşünmüştüm hep, ancak benim için can sıkıntısı çok daha öncelikliydi. Yapacak hiç mi birşey olmaz... Öyle tavana bak bak, sıkıldım doğrusu. Kafamda hiç unutmamaya and içtiğim yemek tariflerini tekrar gözden geçirdim, hatta biraz futbol ile ilgili bile düşündüm. Nasıl oluyordu da gollerin nadirliğine rağmen gol sevincine ayrılan zaman bu kadar kısıtlıydı, acaba maçtan sonra soyunma odalarına beni düşünüyorlar mıydı futbolcular, ve en önemlisi futbol oynayanlar kendi maçlarını hiç kale arkasından izleyemedikleri için üzülüyorlar mıydı?

Duvardaki guguklu saatin üzerindeki kapılar açıldığı anda yemek odasının kapıları da açıldı. Bu çok tiyatral bir hareketti, beni buraya bağlayan kişinin kendini beğenmiş, gösteriş meraklısı kılçık bir tip olduğunu tahmin ettim. Sıkılmıştım üstelik, tamam belki ölüp kurtulmak istemiyordum, futbol ile ilgili merak uyandıran o kadar çok şey vardı ki. Ayak seslerini duyduğum kişinin 70-80 kilogram ağırlığında kafasında 4 tilki bulunan orta boylu birisi olduğunu ve bu kişinin sırtının sol kısmında dengesini bozan bir et ben olduğunu tahmin edebiliyordum. Ayak seslerinin ritminden, memelerinin olmadığını da anladım. Laminantlar adına! Gelmesi ne kadar uzun sürmüştü. Sonunda buhulu gözlerimle ve olağanüstü vizyonumla yüzünü gördüm. Bu Alfonzoydu!

Bu kadar ince bıyıklı birisinin benim sıradışı güzelliğime dayanamaması çok doğaldı. Gülmemek için kendimi zor tuttum, zavallı uşak kendini bir gecede kaptırmıştı bana. Elindeki bıçağı keskinleştirirken çok belliydi bu ellerinin kararlılığından. Onu hafife aldığımı düşünmesini istemiyordum.

'Nördün kanka?' dedim, dosthane yaklaşmak istiyordum bir yandan.

'Dayanamıyorum Hale, güzelliğin, bakışların, domates suyunu yudumladıktan sonra dudaklarını masum bir inek gibi yalayışın, gerdan kırışın, uluslararası ilişkilerle ilgili bilginliğin, yanlız kaldığında tahmin ettiğim kırmızı bir gecelik giyip zeytin yağlı hususi sabunlarla yıkadığın göbek deliğinin etrafına yaptığın sensüel masajlar, kız kardeşin ne zaman istese verdiğin cömert borçlar, onun savurganlığına böylesine sabırla yaklaşışın, telefonunun tuşlarına basışın, pencere macunu sürerken geride hiç parmak izi bırakmayışın, gross markette en kısa kuyruğu hiç tereddütsüz buluşun, kardan adamların kanının şalgam suyu olduğuyla ilgili içten fikirlerin, bir cumhuriyet kadını oluşun ve buna rağmen kürtlerle arkadaş olabilmen, eğitimliliğin, tırnaklarının şekli...'

'Tamam, tamam. Anlıyorum, benimle ne yapacaksın şimdi?' diye sözünü kestim, zaten söylediği herşeyi biliyordum. Yüzü heyecanla parladı.

'Sana salam yedirmek istiyorum.' dedi, başkasının oyuncağını evine götürebileceğini sonunda duymuş bir çocuk kadar heyecanlıydı.

'Ne?' dedim

'Sana salam yedireceğim' diye tekrarladı.

'Ne? Ne Salamı?' dedim, sabrım taşıyordu.

'Macar' dedi, sinirlendiğimi anlamış gibiydi sunumunu tamamlamak için arkasını döndü elinde bir tepsi vardı. Tepsinin gümüş olmasını bekliyordum, ama eski plastik bir tepsiydi, üzerinde tam seçemediğim kopipeyst desenlerden vardı. Bunun garip bir ritüel olduğunu düşündüğüm için iyiden iyiye sinirlendim.
Zincirlerimi kırıp ayağa kalktım ve birkaç brezilya ju jutsu hamlesiyle Alfonzo itini yere serdim. Önceden yere serdiğim insanlarınkine benzeyen bir yüz ifadesi vardı, yere serilmiş olmanın verdiği utanç dolu, yere serik bir yüz.
Artık üzerime birşeyler giymemin zamanı gelmişti. Kırmızı masaörtüsünden, Alfonzo'nun bıçağıyla kendime enfes bir elbise yaptım, yaşanmışlıklarımı işte böyle sınırsızca moda anlayışıma yansıtıyordum.

Diğer odaların birinde Selahattin ile Dünürümü aşşağı yukarı 2 metre uzunluğunda ketçap şişelerine kapatılmış buldum, neyse ki domates mevsimi değildi ve ketçap dizlerine kadar geliyordu, biraz daha gecikseydim, gerçek ketçabın tadına bakacaklardı, olacağı oydu. Neyse ki onları kurtardım, ikisi de artık daha uysal, daha masumdular.

Hiç yorum yok: