Bölme 7: Pop Müzik ve Moda

Üç gün sonra Selahattin ve Palpatin’in planlarını dinlemek için gereken bütün hazırlıkları yaptım. Duş başlığıyla yaşadığım kısa romansın tadına vardıktan sonra şaşkınlık veren dirilikteki vücudumu lanet Alfonzo’nun odama bıraktığı Marmara Üniversitesi öğrencilerinin ders notlarından yapılmış havluyla eni konu kuruladım. Vücudumun kuruluğunun yeterli olduğundan emin olduktan sonra kulaklarımı pembe çubuklu kulak temizleme çubuklarıyla kendimi üzmeden temizledim. Göz bebeklerim çok açık olmalıydı. Kokain altı suyundan göz damlasını deniz siyahı gözlerime damlattıktan sonra planları dinlemek için en uygun olan kıyafetimi giymem gerektiğini biliyordum.


Ne yazık ki kıyafetlerimin hepsi otel odasında kalmıştı. Kıyafetlerimden uzak kalmak beni biraz gerginliğe sürükler. Hep doğru yerde olmayı bilen bir insan olarak bütün Donatella elbiselerimin o ucuz otelde kalmasına göz yumamazdım. Selahattin’in nasıl bir yere geleceğimizi bilmesine rağmen bu şekilde davranması hiç profesyonel değildi. Dünya’nın bütün zenginliklerini barındıran bu altın varaklı -belki kim bilir elmas yaraklı- mekâna geleceğimizi bile bile bizi o rezil otele yerleştirmesi Palpatin’e olan güvenimde hırçın bir azalmaya neden olsa da kâinatın en seçkin dünürüyle birlikte olmak benim için hâlâ özel bir deneyimdi. Ona kızgınlığımı belli etmemek için gözlerime sakinleştirici sıktım. Göğüslerimin ihtişamında bir gram azalma olmaması beni şaşırtmamıştı. Aynaya bakıp yansımasında gördüğüm Sean Penn posterine erotik bir şekilde göz kırptıktan sonra mermer merdivenlerden inmeye başlamıştım.


Selahattin düne kadar bütün iki gün boyunca benden Alfonzo’nun hoş olmayan davranışlarından dolayı özür dilemişti. Bu özürlerini küçük zarfların içine koyup şatolardan daha büyük evinin her köşesine bırakmıştı. Nereye gitsem onun özürleri vardı. Özür notlarının içine de birer kaç karat elmas bırakmayı ihmal etmemişti, sağ olsundu. Bu elmasları bozdurup Taipei tatiline gidip kendime gelirdim ne de olsa. Odama geldiğimde yatağımın üstünde bir hindistan cevizi yağı ve küçük ahşap bir kutu vardı. Kutunun üzerinde son derece retro kabul edebileceğim polaroid bir resim vardı, resimde bir tuvalet duvarı görünüyor gibiydi. Duvardaki yazı ise şöyleydi, bakınca gözlerimle gördüm:


‘Dünya’nın en güzel kadınına... bütün kıyafetlerim senin olsun’


Bu notun Selahattin’in ölen karısından olduğunu şipşak anladım. Şipşaktı sonuçta. Benim anlama hızımı arttırmak için seçmişti bu gizemli fotoğrafı. Zamanında Selahattin ve karısı Sema, Lady Gaga’nın Güneş’in yüzeyinde çıktığı turnede bir konsere gitmiş. Kara borsadan en pahalı biletleri almışlar. Selahattin’in prensibiymiş meşru yollardan asla bilet almazmış. Bunların hepsini dün akşam yediğimiz yemekte anlatıyor bu arada. Sıkıntı olmasın. Biletlerin bittiğinden emin olduktan sonra bütün ara sokakları parlak elmas kollarıyla gezer, kara borsa bilet arayıp dururmuş. Öyle biletlerin tadı başka oluyormuş. Hatta yemekte bizim için özel hazırlattığı kara borsa patlıcan yatağında Bülent Ortaçgil bilet kızartması yedirip ağzımızı balıklar gibi açıp kapatmamıza neden olmuştu. Öylesine lezzetliydi ki. Olmamalı değildi, bu olmalıydı. Böylesine lüks ve lezzetli bir şeyi ağzıma sokmamıştım. Selahattinle samimiyetimiz artarsa sokardım herhalde Afrodit’in yüksek müsadesiyle. Erekte elmaslar bana yakışırdı. Her neyseydi. Selahattin’in eski karısı konser sırasında,


‘Tuvalete gitmeye ihtiyacım var, kendimi bir hoş hissediyorum, sanırım tuvalete gidersem iyi olur, zaten Prenses’in yaptığı suşiyi henüz sindirebilmiş değilim, mideme oturdu galiba çünkü pişmiş balıkla yapmış suşiyi, yani Allah aşkına pişmiş tavukla suşi mi yapılır. Yani bütün yemek eleştirmenlerinin eleştirebileceği bir durum bu inanabiliyor musun? Üzerine de sarımsaklı yoğurt dökmüştü zaten bütün akşam bayılacak gibiydim. Tansiyonum yerlerdeydi, midem alt üst bir de o salak plaklardan bize müzik dinletti, sonra da neymiş Haziran ayında kraliçe olacakmış, tacına bir kaç elmas ekler miymişsin. Yemin ederim seninle flört ediyordu, oracıkta onu bir havuz suda boğardım ama boğmadım senin müşterin sonuçta ama neyse altıma sıçmadan ben tuvalete gideyim’’ demiş Selahattin’in anlattığına göre.

En son orada canlı hâlini görmüş insanlar. Konser bittikten sonra çok güncel bir tasarıma sahip olan tuvalette ölüvermiş. Beş yıl önce ölmüş bir kadının sadece benim için hortlayıp kıyafetlerini bağışlaması benim için çok gündelik ve olağan bir hadiseydi ama yine de kıyafetlerim otelde kaldığı için eski kutuyu açtım. Ahşap kutunun üzerinde Bob Marley yazıyordu nedense. İçinde bir anahtar vardı. Hizmetçilerden birine Sema’nın kıyafetlerinin hangi odada olduğunu sordum. Sonra bir ışınlanma cihazına bindik. İndiğimizde kadının cinsel arzuları kısmen bana bulaşmıştı sanırım çünkü kendimi biraz daha azman hissediyordum. Bir kedi timsali miyavlayacak gibiydim. Odanın kapısı kocamandı, ay ne kadar büyüktü. Açtım. İçeride ben binlerce diyim, siz milyonlarca diyin, onlar da trilyonlarca desin, sonra başka bir grup gelsin biz ne diyelim desinler kıyafet vardı. Dünya’nın her yerinden çeşitli zengin görünümlü elbiseler dizi dizi askılara, kasnaklara, ataçlara, gönyelere ve en önemlisi tarhanalara asılmıştı. Sema’nın bir gıdım zevkli olduğuna inanasım geldi ama tabii ki benim ondan daha zevkli bir kadın olduğumu sorgulamaya bile gerek yoktu. 674 tane bedenime uyan elbise, biraz şort ve küçük bandana seçtim. Hepsini hizmetçinin üzerine yığdım. Kadın yok olmaya yüz tutmuştu. Taşıyacak durumda değildi kıyafetleri. Yükünü hafifletmek için üzerine koyduğum aksesuar yığınından bir tane jartiyeri aldım. Sonra odama döndük. Bu kadar kıyafetin odama sığmayacağına karar verince Selahattin’e bir telgraf çektim ve beni stop derhal stop yeni stop bir stop odaya stop taşımasını stop emrettim. Yeni odamın dolaplarına doldurduğu elbiseler arasında fuşya saten bir çorap vardı. Onu giydim. Sonra da birazcık kaçık ve ziyadesiyle uçuk olduğum için çektim altıma delikanlılar gibi bir kot pantolon üstüne de omzu açık çamaşır sularını utandıracak bembeyaz bir tişört.


Selahattin ve Palpatin havuz başında kahvaltının başına oturmuştu. Bensiz benzin bile almayan dünürüm tabii ki kahvaltıya başlamamıştı. Havuzun etrafından dolanmak istemediğim için balıklama atladım masmavi sulara. Öteki ucundaki merdivenlerden sırılsıklam çıkacaktım ne de olsa. Selahattin masadaki küçük beyaz tabakta duran zeytinler kadar akdenizli meme uçlarımın ıslak tişörtümden görünmesine dayanamadı tabii ki. Palpatin dünürüm olduğu için ve belki de çok kararlı bir yaratık olduğu için göğüslerimden yararlanmayacak gibi görünüyordu. Gözlerini kaçırdı. Uzaktan voleybolcu kızların inleyişleri geliyordu. Sonra bu çıkışımın kabul edilemeyeceğine karar verdim. Havuzdan çıkmıştım evet. Son derece karizmatiktim de. Ama bir şeyler eksikti. Adamların yanına yaklaştım. Üzerimden damlayan şeffaf su damlacıkları lüks zemine damlayarak harika sesler çıkarıyordu.


‘Bu olmadı çocuklar’ dedim hırsla. ‘Bu yetmez.’


Palpatin’in yüzünden şaşkınlığı okunuyordu. ‘Neden olmadı, ben anlamadım açıkçası. Bize neyin olmadığını söyle biz de sana yardımcı olmaya çalışalım. Bizim amacımız burada senin mutluluğun ve sıhhatin.’ dedi gevrek gevrek.


‘Evet doğru konuşuyor’ dedi Selahattin.
Kahvaltı için hazırlanan sahanda yumurtaların yüzeyi kuruyana kadar karşımdaki anlayışsız iki herife benim havuzdan çıkmak için şahane bir müziğe ihtiyacım olduğunu anlattım. Selahattin hemen güzel bir DJ çağırdı. Barış Manço’nun Gibi Gibi parçasının hapishanede ölen katillerin göğüs kafeslerinden geçirilerek hazırlanmış çok hususi bir remiksini çaldı DJ. Dünyaca meşhur bir DJ olmasına rağmen ben tanımıyordum. Sonra tekrar balıklama atladım havuza merdivenlerden çıkarken sırılsıklamlığımın ritmi müziğe karışıyor ve kalburüstü bütün erkeklerin bile ağzının suyunu çıkarırcasına salınıyordu cici memişlerim.


Sonra kendimi çıplak bir çingeneye sürünerek kuruladım ve kahvaltıya oturdum. Palpatin yüzüme yakışıklı bir boyband mensubu gibi gülümsedikten sonra konuşmaya başladı.


‘Bakın şimdi. Beni iyi dinleyin, söylediklerimi iyi belleyin. Yoksa bu yaptığımız her şeyin ne anlamı var. Birinci kutsal objeyi elde etmek için Tacikistan’a gitmemiz gerekiyor. Orada ufak bir köy varmış. Hani şöyle en fazla 30 haneden oluşan köyler olur ya. Onlardan. Bu köy hakkında derinlemesine bir araştırma yaptım. Tacikistan’lı kadınlarla yattım. Tacikistan doğumlu şairlerin şiirlerini okudum. Biliyordum ki doğru şiirleri okursam doğru bilgilere ulaşmam an meselesi olur.’’


‘Ayy yeteerrr’ diye haykırdım. ‘Konuya gelmen lazım yoksa ben kendimi kaybedeceğim’ diye ekledim ağzımda kocaman bir salatalık vardı. Alfonzo ile yaşadıklarımdan sonra masada bize salam ikram edilmiş olmasını hiç hoş karşılamadıysam da sesimi çıkarmadım çünkü elit ve pelit bir kadındım. Palpatin çılgın, tutarsız ve ucu açık manyaklıklarımı yine anlayışla karşılıyordu. Sanırım dünürüme parsel parsel aşık oluyordum.


‘Tamam yau, sinirlenme. Gideceğimiz köyün adı Zimtut. Teferruatlı araştırmalarıma göre bu köyde bir grup şaman kadın bulunuyor. Bu noktada senin yeteneklerine ihtiyacımız olabilir Hale. Sen bir çok cadının hakkından gelmişsin aldığım başka başka duyumlara göre. Bu şaman cadı karılar kutsal obje 1’i ellerinde bulunduruyor. Objenin ne olduğunu öğremedim. Çok da sikimde değildi açıkçası çünkü sonuçta ele geçirdikten sonra ne de olsa ne olduğunu öğreniriz. Şimdiden spekülasyon yaratmanın bir anlamı yok.’’ dedi göbeğini okşarken Palpatin.


Sonra Selahattin yolculuğun detaylarını parasıyla çarçabuk çözdüğünü gösterir şekilde. ‘Ben biletlerinizi aldım. Kendi biletimi kara borsadan alacağım. Kara borsa uçak bileti çok zor oluyor. O konuda bir miktar sabrınızı rica edeceğim.’ dedi elektronik bir biçimde vergi iadesi zarfı dolduruyordu bir yandan. Yanında yığınla naylon fatura vardı. Biraz dolandırıcıydı ama hazine gibi adamdı doğrusu.


Telefonuma baktım sonra, küçük kardeşim bana yaz tatili resimleri yollamıştı. Ay ne gerek vardı. Onun bikinili vücudunu göreceğime hacer-ül esved’e bakardım daha da iyi olurdu.


Kahvaltı tabağıma yerleştirdiğim seçkin sokak reçelini son ekmek dilimime sürdüm ve yedim. Asfalt ile şekerin karışımı hiç bu kadar sofistike olmamıştı. Ekmeğim tuzsuz olduğundan hiç kilo almadığımdan emindim. Selahattin ve Palpatin de kahvaltılarını bitirince çok emin adımlarla sinema salonuna gittik. Alfonzo’nun malikhaneden kovuluşu çoktan bir kitap ve 3 filmden oluşan bir seriye dönüşmüştü bile. Hollywood Sinema Sektörcüleri Birliği Odası, Dünya’nın en harika elmas sanatçısının evinde çalışan uşağın hayatını paraya dönüştürmek için gecikmemişti. Selahattin de filmden gelen paranın bir kısmını alacağından onun onayını almak üzere filmin bir kopyasını kendisine bir gemiyle yollamışlardı. Oturup izledik göz bebeklerimizle. Kokain altı suyu göz damlamın etkisi azaldığından biraz damlattım. Palpatin’e de ikram ettim o da iştahla gözüne sıktı. Oh oldu.


Filmi bir oturuşta izledik. Fena değildi, Selahattin’i daha derinden, en derinden tanıma fırsatı bulmuş gibiydim. ‘Bu Michael Jackson’ın cesedini satın aldığım sahneyi biraz abartmışlar,’ dedi. ‘Ben o kadar pazarlık  yapamıştım, çok cimri göstermişler beni,’ diye bir cümle daha söylemeyi ihmal etmedi. Yoksa nasıl abarttıklarını anlamamız çok zor olurdu. Çünkü başka şeyleri de abartmış olabilirlerdi. Örneğin, satıcının 6 metrelik bir adam olmasını ben garipsemiştim ama o çok gerçekçi bir detaymış, Selahattin de çok şaşırmış. ‘Sonra bu adamı işe aldım ben şimdi hayvanat bahçemde zürafalarla fransız öpücüğü yaptırıyorum çok değişik oluyor. Film bitsin gider izleriz.’ dedi elmas olmayan dudaklarıyla.


Ertesi gün yola çıkacaktık. Alfonzo artık olmadığından yerine geçici olarak erkeksi bir mutfak tüpü bakıyordu. Hizmetçiler mutfak tüpüne smokin giydirmişti tabi önceden her yerini bir güzel yıkamışlar. Hava alanına gidene kadar gideceğimiz arabayı kullansındı bana yeterdi.

Hiç yorum yok: