Bölme 8: Miller ve Tebessümler

Tacikistan yolculuğuna çıkmadan yapmam gereken bütün hazırlıkların hepsini yaptım. Ardından biraz daha hazırlık yaptım. Çünkü biraz daha hazırlığın kimseye zararı dokunmazdı. Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra kendimle çelişircesine kendime dokundum. Palpatin’in tek bavulla yola çıkabildiğine inanamıyordum. Venüs’ten getirilmiş çok çok özel taşlardan yapılma sütunlarla bezeli girişte shuttle’ımızın teşrif etmesini sabırsız terleyişlerle beklerken koltuk altıma sürdüğüm bir hafta boyunca terlemeyi önleyen deodorantım için birkaç dua ettim inanmadığım tüm kozmetik tanrılarına. İşlemeli sütunlar işlemeleri dışında bacaklarımı bacak meclislerinde temsil edecek kadar muntazamdı. Kara borsadan bilet bulamamış olan gerizekalı Selahattin Tacikistan’a birkaç gün sonra gelecekti. Öğle yemeğinde sadece salata yemiştim bu arada. Alacağım kalorilerin her birini çekici Fransız bir hizmetçi gibi ‘U la la’ diyerek saydığımdan perhizimden asla taviz vermem.


Giriş kapısının hemen solundaki çalılıklarda bir hareketlilik sezinledim. Bekleyişimiz öylesine sıkıcı bir hâl almıştı ki yeşil çalılıklarda neler olduğunu anlamak için topuklu olduğu kadar pahalı ayakkabılarımın zeminini aşındırmak pahasına çalılıklara doğru çeşitli adımlar attım. Çalılıkların içinde minyon tipli bir insan vardı. Minyon tipli insanlarla ilgili beni en çok tiksindiren şey, yaşlarını belli etmemeleridir. Minyon tipli insana kimyon aromalı bakışlar attım ve kim olduğunu seçebildim. Evet, yine Emrah’tı. Çalılıklara saklanmış insanlar hakkında değişmeyen bir gerçek varsa, o da hiçbir şirkette hisse sahibi olmamalarıdır. Emrah liseden beri bana olan aşkından yanıp tutuşan ama bir türlü ten rengindeki kesif beyazlıktan kurtulamayan zavallı bir gençti. Artık genç değildi belki ama minyon olduğu için yaşını kestirmem imkânsızdı.


‘Beni seviyorsun,’ dedi Emrah göz göze geldiğimiz andan itibaren en az 13 kez. Saymaya vaktim yoktu doğrusu. Hep aynı numaraydı, yeterdi, bıkmıştımdı. Onu sevemeyeceğimi anlamalıydı. Babası sıhhi tesisatçı olan birine nasıl aşık olmamı bekliyordu bu kocaman evrende? Emrah’ın da aynı evrene aynı mesajı tekrar tekrar gönderek isteklerinin gerçek olacağına inanan pimpirikli bir yaratık olduğunu bir çırpıda anlamıştım zaten. Benim anlayamayacağım şeylerin sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmezdi.


‘Bak sana birkaç karat elmas, git bununla bir iş kur. Hissesi olmayan insanlarla konuşmadığımı biliyorsun. Artık burama geldi,’ dedim ve Emrah’a bozulmuş küflü bir yemeğe bakarken yüzümü ekşiterek baktığımda baktığım gibi baktım. Burama geldi derken elimi son derece elegant bir biçimde gırtlağımın en çekici bölgesine dayamıştım. Başkalarını aşağılarken porno yıldızlarına taş çıkartıyordum gün be gün.


Palpatin olanların hepsine seyirci kalmıştı, Emrah’ı arkamda bırakıp kafamı Palpatin’e döndüm ve ‘İşte bana böyle aşık olan insanlar var, geçmişim karanlık değil; tamam babası yıllar boyunca asgari ücretlere çalışmış bir insan olabilir ama sonuçta çocuğunun iyi bir eğitim alabilmesi için diyaliz makinası ticareti bile yapmış bir insan. Annesi de hiç fena değil; Ayşe Kulin filan okur yani,’ anlamına gelecek şekilde göz kırptım. Sonra da bizi havaalanına kadar götürecek olan araba önümüze yanaştı. Hiç de fena yanaşmamıştı aslına bakarsanız.


Uçakların inip kalkmaya bayıldığı alana vardığımızda saat üçü beş geçiyordu. Uçağımızın kalkmasına hem aşağı hem yukarı 2 saat vardı. Bu iki saat boyunca çok önemli insanların takılmayı ihmal etmediği seçkin bekleme alanında içecekler içmeye hazırdım. Havaalanını benimle aynı eczaneden alışveriş yapan bir mimar tasarlamıştı. Modern ve beyaz renklerin her yerde hakim olduğu bir mekândı. Güvenlik kontrolünden geçerken bütün güvenlik görevlileri beni aramanın çok gereksiz olduğunu bilmelerine rağmen vücuduma dokunmanın karşı konulamayan hazzına haiz olabilmek için meme uçlarıma kadar her yerimi okşamışlardı. Hatta işi gücü bırakıp temizlik görevlileri bile ‘Güvenlik çok önemli’ diyerek beni ellemek için yanıma yanaşmışlardı. Tabii ki bana dokunmadan önce hepsinin ellerine anti bakteriyel çözeltimden sıktım ki ellerini mesken etmiş tek hücreli canlılar yolculuk boyunca tenimi tecavüz etmesin.


VIP dinlenme bölgesine geçmeden hemen önce 3 valizimi taşıması için tuttuğum varlığın beni doğru mesafede takip edecek kadar akıllı olduğundan emin olmak için zındığı küçük bir zekâ testine tabi tuttum. 100 üzerinden 80 almıştı. Benim barajım olan 95 puana ulaşamadığı için derhal kovup yeni bir aday aday aday adayı buldum. Arada küçük bir rezalet çıkarmıştım sanırım memnuniyetsizliğimle. 5’inci kişi 94 puan almıştı. 46 sayfalık bir testten geçmek ne kadar zordu anlayamıyordum ama Palpatin’in cüzi miktarda sabırsızlandığını görünce 94’lüyü kabul etmek zorunda kaldım.


Yürürken yol boyunca masaj çingenelerinin üzerine oturmuş insanların titreyen yüzlerine baktım. Çingeneler de yolcuların altına oturmuş vücutlarının çeşitli bölgelerini Arnold Schwarzenegger gibi oynattırarak yorgun gezginlerin anlamsız vücutlarını rahatlatıyordu. Altın kaplama biletlerimizi turnikelere değdirip VIP kapıların çipil çipil açılmasına neden olduktan sonra içeri girdik. Çok keyifli bir yere benziyordu burası. Palpatin’in bile hoşuna gitmişe benziyordu.


İçeride çocuklarınızı kapatabileceğiniz bayıltıcı kafesler bile vardı. Çocuğu içeri soktuğunuz anda bayılıyorlardı. Onlara tekrar tahammül edebilecek gibi hissettiğinize geri alabiliyordunuz. En güzel bir hizmetti bence bu.


Palpatin buruşmamış zeytin karası gözleriyle bana baktı. ‘Valla güzelmiş burası. 16. Havaalanını inşa etmelerine insanların bu kadar isyan etmelerinin bir anlamı yokmuş. Bana sorarsan herkes değişebilir.’ dedi.


Dünürümle dinlenmeli koltuklara doğru yürürken karşımıza aniden iki tane Hawaii’li olduğunu hesapladığım kadın çıktı, elimize bier hindistan cevizi ve birer tomar takvim yaprağı tutuşturdular. Geçmiş günlerin takvim yapraklarını çöpe atarken ikimizin içini de harika bir nostalji hissi kaplamıştı. Lezzetli hindistan cevizlerimizi emciklerken bir yandan da nostaljinin tadını çıkarıyorduk. Konforlu koltuklara sıfır büklüm oturduk ve uçağımızın ayağımıza gelmesini bekledik.


Uçağa ilk önce bizi bindirmeleri kimseyi şaşırtmamıştı kesinlikle. Boynuma sarılı eşarbı salındıracak hoyrat bir esintinin eksikliği dışında hiçbir sıkıntım yoktu doğrusu. Mavi halıfleks kaplı yoldan geçtikten sonra uçağın hemen girişindeki e-gazetelerin hiçbirine dokunmadım. Bindiğimiz uçak çok hızlı olduğu için vardığımızda zaten gazetedeki haberlerin hepsi anlamsız olacaktı. Tacikistana varmamız yarım saat sürecekti. Bu yüzden el çantamın içinden yalnızca makyaj malzemelerimi çıkardım. İt kopuğun maskarası olmamak için kirpiklerimi kaplayan maskarayı bir çırpıda yeniledim. Sephora’dan paramla satın aldığım bir dokunuşla tüm dudakları kaplayan KOVA marka yepyeni ruju dudaklarıma dokundurdum ve bayrak kırmızısı rujumla ne mutlu Türk’üm demeyen herkesi gıpta ile doldurdum tamamen, ağzına kadar yemin ederim. Bütün insanlığın eşit olması ne güzel bir şeydi gerçekten.


Tacikistan havaalanına inmemizin arefesinde kokpite uğramamak olmazdı. Pilota yaklaşıp önce rakımı yüksek bedenini kokladım; çünkü hijyen çok önemliydi. Sonra kopilota kokpitten çıkması emrini verdim. O çıkınca kıyasıya seviştim güzel herifle. Uçağın düğmelerini çok yaratıcı kullanmıştık. Göğüslerim havada karada tüm göğüslere bin basıyordu tabii ki.


Koltuğuma döndüğümde Palpatin elinde kağıttan haritasıyla beni bekliyordu. Yalnızlıktan sıkılmışa benziyordu.


‘Ay ne var ne bakıyorsun, hadi biraz planlarımızdan bahset de kendimize gelelim’ dedim yüzümde hınzır bir tebessümle.


‘Şimdi uçaktan inince havaalanın dibinde bir otel var orada kalacağız, Selahattin gelince de Zimtut otobüsüne bineceğiz. Otobüse bindikten bir saat sonra ineceğiz, yolculuk sırasında kimseyle sevişmezsen iyi olur. Tamam sevmek güzel bir şey. Aşkı hepimiz gerçekleştirmeliyiz ama birazcık sakin olursan kafamız dağılmaz.’


Yemin ederim bu adam benden hoşlanmaya başlamıştı. O hâlini görseydiniz kuduz köpekler gibi kıskançlık krizine girsin diye uçağı soyup içinize sokasınız gelirdi tümden.


‘Tamam anlıyorum,’ dedim ama yüzümdeki gülümsemeyi bitirmeden, gözlerinde bulunması pek muhtemel hiddetli hisleri aramayı utanmadan sürdürüyordum. Dünürüm ise bunu fark etmemiş gibi yaparken dudakları rahmetli piyanist Fazıl Say’ınkiler gibi sulu sulu yamuluyordu.

Planın detaylarını konuştık biraz ve pilotun sertliğinin aksine Duşanbe’ye çok yumuşak bir iniş yaptık. Duşanbe’de duş almak için sabırsızlanıyordum. Valizlerimi taksiye taşıyacak kadını bulana kadar zekâ testimin Farsça versiyonunu 18 kişiye uygulamam gerektiyse de zil zurna yorulmadan otelimize vardık.

Hiç yorum yok: