Bölme 2: Hazırlık Devri

Dünürümle yola çıkmadan önce yapmam gereken tüm hazırlıkları yaptım. Yanıma ihtiyacım olmayan herşeyi aldığımdan emin olmalıydım, 5 yığın giysi ve ıvır-zıvır çıktı. Sütyenlerimi bir bavula sığdırmam imkansız gibi görünüyordu, neyse ki komşum Sisi'nin gorili yardımıma koştu. Size yemin ederim, yardıma koşan bir gorilden daha gülünç birşey yoktur. Ben kilere saklandım. Kilerin kapısındaki küçük yuvarlak pencereden olanları izleyecektim. Çok küçük bir kilerdi, neredeyse ayakta duracak yer yoktu. Baldırıma baldo pirinç değiyordu, ve biraz da hoşuma gidiyordu bu. Salona girdi Hasan, kıllı ve güçlü bir gorildi. Mutfak önlüğü giyiyordu, üzerindeki lekelere bakılırsa Muzsakka pişiriyordu. Bavulların etrafında biraz dolaştı. Bir süre ustalıkla yaptığı hesaplardan sonra hepsine bir bir abandı ve fermuarlarını çekti. Şaşırmamak elde değildi, ben 2-3 metre yükseklikte sütyen yığınlarını o bavullara hayatta sığdıramazdım. Bavulların patlamayacağından emin olduktan sonra kilerden çıktım. Hasan tüm gorilliği ve dürüst, varoş gözleriyle bana bakıyordu. Neyle ödüllendirilmek istediğini biliyordum, gözlerini füzelerimden alamıyordu. Birkaç saat boyunca dokunmasına izin verdim, sarkık goril göğüslerinden sonra bunun ona iyi geldiği ortadaydı. Cep telefonu ile ''gizli gizli'' fotoğraflar çekmesini bile görmezden geldim.

Ankara'dan ayrılmadan önce, arkadaşlarımla veda etmeye karar verdim. Yolculuğun ne kadar uzun süreceğini, ne zaman döneceğimi bilmiyordum, o yüzden vedanın tonuna bir türlü karar veremedim. Ateşli, son veda tadında şehit vedası gibi olabilirdi, ''İş gezisine çıkıyorum, çiçeklerimi sulasana'' gibisinden bir veda olabilirdi, ama en uygunu sanırım ''Dünya turuna çıkıcam, ay fenalık geldi.'' tarzında ucu açık çılgın, orta yaş krizi vedasıydı. Kapı kapı dolaştığım arkadaşlarımın hepsi bu fikrimi destekledi. Aşure günlerini kaçırmamak prensibimdir. Hepsine 10'ar kase aşure götürdüm, böylelikle 10 yıl boyunca aşure dağıtmış kadar sevaba girmiş olabilirdim. Evdeki 300 adet fazla kaseden de kurtulmuş oldum aslında.

Parktaki kaydırakların tepesinde, en iyi arkadaşım Sümeyra ile buluşacaktım, ona veda etmek çok zor olacaktı. Çok seviyordum bu kızcağızı, benden 10 yaş küçüktü ama benim kadar olgun ve benim kadar genç bir kadındı. Yüzünde gözlükler olurdu hep. Binbir türlü değişik renkte ve kumaşta eşarbı ve bu eşarpları binbir türlü bağlama tarzı vardı. Çok rahat ve mutlu bir yüzü vardı. Büyük ihtimalle kafasındaki onlarca toplu iğne akapunktur etkisi yapıyordu. Ne zaman buluşursak buluşalım eşarbının rengine uygun meyveli milkshake alırdı. Bugün kiviliydi. Benim karamelli sevdiğimi bildiği için orta boy seçim yapmış bana da getirmişti, sağolsundu. Kaykayların tepesindeki küçük kafesimsi platforma bağdaş kurup karşılıklı oturduk. Akşam saatiydi, bu saatte gangster çocukları kayardı bu parkta. Deri ceketli, çakılı 5-6 yaşında çocuklar arasıra aramızdan geçerek sarı kıvrımlı kaydıraktan kayıyordu. Bizim için sorun değildi, Sümeyra ile ikimiz Ankara'nın mafyası ile içli dışlı olmuştuk. Zamanında az uyuşturucu kaçırmamıştık. O eşarbının arkasındaki topuzda, ben de göğüslerimin arasında ülkeye tonlarca kokain sokmuştuk.

''Demek gidiyorsun?'' dedi milkshake pipetini çiğnerken. Bu en kötü alışkanlığıydı. Kamış gibi basit silindirik mekanizmaya böylesine tecavüz etmesine alışmam yıllarımı aldı. Her ''Çiğneme şunu!'' dediğimde etrafımızdaki insanların meraklı dikkatini toplamaktan bıkmış, usanmıştım artık.

''Çok sıkıldım, evet, gitmem lazım''. dedim, sadece gezmeye gittiğime inandırmak istiyordum ama Sümeyra'yı kandıramayacağımı çok iyi biliyordum. Gözlerini uğrattı. Tahmin ettiğim gibi inanmamıştı, şimdi kesin herşeyi anlatmamla sonuçlanacak bir sekilde konuşmaya girecekti.

''Bak, benden gizleyeceksen gizle, ama BENDEN gizleme.'' derken gözlerimin içine bakıyordu nazar mavisi gözleriyle. Gözleri o kadar maviydi ki, kimi zaman karşısında dev bir nazar boncuğuna dönüşesim geliyordu. Yine sokmuştu beni çıkmaza bu paradokslu cümlesi ile. Sık sık Kuran-ı Kerim okuyan insanlarla yaşadığım bir deneyimdi bu. Anlatmaktan başka şansım yoktu. Yanımda getirdiğim mp9 çalarımın kulaklıklarını kardeş payı yaptık, kulaklık paylaşmanın ne kadar kolay olduğunu farkettim ve kabul ettim. Tek kulağımızda Soner Arıca'dan Vefasız adlı parça diğer kulağımızda sohbet, sabaha kadar anlattım.

Acılarla yüreğimi kanattın
Söz vermiştin ama sen beni aldattın
Tanrı hesap sorsun benimiçin sana
Beni yaktın, yıktın, gittin vefasız

Sümeyra'ya veda ettiğim sabah yola çıkmamıza tam 1 gün vardı. Eve gidip herşeyi tekrar kontrol ettim. Bir eksiğim olmadığından emin olduktan sonra yolculuğun ayrıntılarını konuşmak için Palpatin'in evine gidecektim. Oturduğum binanın bulunduğu caddeden bol bol taksi geçerdi, kaşık kaşık yerdim o taksileri biraz süt olsaydı yanımda çünkü bir türlü gelmek bilmiyorlardı bugün. Yarım saat bekledikten sonra elimi kaldırdım. Elimi kaldırmamın sebebi nihayet gelen taksiye binmek istediğimi göstermekti. Bu işe yeni başlamış bir taksici birkaç metre ilerimde durdu. Usta bir taksici olsa arka kapının tutacağını tam elimin hizasına getirecek şekilde duracağını biliyordum. Çok eskiden bir taksici anlatmıştı. Normal bir adamdı. Taksiye binmemle ''651!'' diye bağırması bir oldu, yüzü ve bıyıkları gülüyordu. Söylediğine göre taksiciler bütün gün araba sürmekten sıkıldığı için (özellikle de debriyaj pedalı kaldırıldığından beri.) kendi kendilerine böyle oyunlar oynarlarmış. Üst üste kaç kere tam müşterinin önünde durabilirse o kadar puan alırlarmış. O adam o gün benimle birlikte 651 inci müşterisinin önünde mükemmel bir duruş yapmış. Yol boyunca, bana frene basmanın sanat olduğundan, ancak seçilmiş kişilerin bunu böyle iyi yapabileceğinden ve bir keresinde binadan atlayan bir müşterisini taksinin arka koltuğu ile yakalayıp cenazesine kadar (12 den sonra olmasına rağmen) gündüz tarifesi açıp götürüşünden bahsetti.

Taksiye binip dikiz aynasından beni istediğim yere götürecek adamı inceledim. Beni istediğim yere götürecek her adamı adamakıllı incelerim. Pembe, cazgır yanakları vardı. Utangaç yanaklar değildi, sağlıklı yanaklardı. Gözleri birbirine çok yakındı. Bu da derinlik algısını sakatlıyordu büyük ihtimalle . Tam önümde duramamasının sebebi bu olmalıydı. Sımsıcak bir gülümsemeyle ''Srazburg Caddesi'' dedim. Bazen faşist türk dili uzmanı bir taksicinin ''Eee, ne olmuş Strazburg caddesine? Cümle bitirmeyi bilmiyor musun?'' diye sormasından korkuyorum. Aynı şekilde böyle bir minibüs şöförünün ''Ne olacak müsait bir yerde?'' diye beni iki mars bir ters etmesi korkular listemdedir. Neyseki bu mülaim, yeni yetme genç dikiz aynasını göğüslerime hizalamaya bile çekindi. Belki de geydi, ay nerden bilebilirdim?

''Kızılay Binası''nın önünde yine protestocular vardı. Pankartlarında soru işaretleri vardı. Memeketin bütün sorunları çözüldüğünden beri mecliste bile sadece bu bina konuşuluyordu. 170 yıldır Kızılay'ın ortasında duran bu binanın ne için kullanılacağına hala karar verilememişti. Şekerleme dükkanı, Hiper-genelev, Meteoroloji merkezi, Allah'ın Sopası ihtimaller arasındaydı. Sanırım protestocular arasında küçüklüğümden beri tanıdığım tutucu Yeşilay'cı arkadaşım Duman bile vardı. Türkiye'de yüzbinlerce sigara kullanıcısının ölümünden sorumlu bir Yeşilay topluluğunun elebaşlarındandı. 20 yıl önce anketör kılığında sigara içenleri tespit edip hepsini bir ambara toplamışlardı, o akından sigara içmeyenler ve kronik yalancılar kurtulmuştu. Zavallıların saçlarını ateşe verip ayaklarını emerek öldürmüşler. 15 yıl hapiste yattıktan sonra iyi halden ve sigaraya başladığından dolayı saldılar.

Parayı şöför gence bir kraliçe edasıyla uzattım. Taksiciye parayı varış noktasına bir 10 saniye kala uzatmak çok keyiflidir işte. Direksiyonu bırakamaz, ama omzunun dibinde çok istediği, o çok sevdiği, arzuladığı banknot arabanın sallantısıyla titreyip, göz kırpar. Ama daha alamaz, işte o an aklında üç şey vardır: Arabayı sürmek, parayı elde etmek ve tuhafiyelerdeki renk renk makaralar. Eminim taksicilerin en sevmediği şey para üstü vermektir. Sıkışık trafiği geç, işi bilmeyen şöförü geç, para üstü... Eğer taksimetredeki para miktarı ile verdiğim para miktarı arasındaki fark azami 1ytl ise, o parayı ancak ve ancak koltuktan kalkmayarak protesto edersem alabilirim. Eh, tabii benim verdiğim para az ise kapıları kilitleyip yeşil bir kostüm ile yoga yapan şöförlere de rastladım.

''Hayırlı işler'' dedim. Arabadan inip Palpatin'in evine doğru yürüdüm. Giydiğim bol eteklik tiril tirildi, çok yavşak ve özgür bir kadındım, hayatımı değiştirmeye hazırdım. Saçlarım çıtır rüzgarda savruluyor, ahenkle dans ediyordu. Apartmanın zil setine yaklaştım. Palpatin'in adını buldum ve hafifçe üzerine üfledim. Toz tabakası kalktı ve zil çaldı. İsminin yanında küçük bir Mickey Mouse etiketi vardı. Mahallenin çocuklarının ve işe girmeyi reddettigi Disney'in işbirliğinden doğan bir şaka olmalıydı bu.

Hiç yorum yok: